28 Mart 2012 Çarşamba

İnsanlar Kumarı Neden Severler?

Bir: Kaybetmeyi severler.

İki: Kazanmayı severler.

Üç: Arada kalmanın heyecanını / adrenalinini severler.

Üç, Bir ve İki’den bağımsız bir durum olduğu için; Bir, İki, Üç, Bir-Üç, İki-Üç olmak üzere, 5 durumumuz var demektir.

Ayrıca, günümüz neo-liberal kurallarında insanlar sınıf atlamayı ve bunun için kumar oynamayı severler ama burada kumardan kazanma çok uzun vadeli ve elinde tutma süreci kazanmadan bağımsız olduğu için, sınıf atlayabilecekler ile sınıf atlamışlar arasında bir fark oluşur. Aradakiler, sağlıksızlık, şanssızlık, küçük hatalar nedeniyle oluşabilir.

Kumar bir oyundur ama oyun oyunamayı sevdiği için kumar oynayan az insan vardır.

Kumarda büyük paralıların küçük paralılara karşı kazanma avantaj vardır ve bu göze pek çarpmayan adaletsizliktir. Zaten kumarın kendisi adaletiszidir de belki o yüzden öyledir. Yine de adaletsizliği seven büyük paralıların bir bölümünün şu ya da bu biçimde kumar oynadığı keinama daha çok kazanmayı seven kesimden olanlar.

Kumar, seçim yapmayı ve karar vermeyi gerektirir ki olağan inanlarda en az bulunan özelliklerden birkaçı bunlardır. O nedenle, olağan insanların seçimlerdeki oy verme biçimleri daha çok kumar oynamayı andırır.

Rus ruleti gibi, kumarın ölüm-yaşam kazanma-kaybetme sınırında dolaşanları da vardır. en doyumsuz kumarbazların bunları oynadığı söylenir.

Kumar gerçek yaşamın küçük ölçekli bir simülasyonudur. Nasıl ki uzun süreli kumarlard çoğ kişi aşağı yukarı tapi olursa, olağan yaşamların çoğu da tapi biter.

(26 Mart 2012)

Oyun, Kumar ve Av

İngilizce’de bunlar için tek sözcük vardır: ‘Game’.

Kumar ve av oyun çeşitleridir. Bazıları yaşatıcı ve yeni bir şeyler öğreticidir ve bazıları da öldürücü ve bildiklerini yitirticidir.

Bu açıdan oyunun kognitif-informatik yönünü ortaya koyarlar: İnsan türü, evriminin milyonuncu yılında bile, doğrudan değil de, oyunla, dene-yanıl ile, yitir-kazan ile öğreniyor durumda hala.

Çocuk oyunları arasında ticari kartların kumar olarak kullanıldığı oyunlar ortaya çıktı. 1960’larda çocuklar kumarı kendileri yaratırlardı. Neo-liberalizm, yasak olmasına karşın, çocuklar için kartları kumar için düzenlemiş durumda.

Bu durumda, nasıl ki yetişkinler için olan sanal evren oyunlarında puanlar gerçek para ile alınıp satılıyorsa, çocuklar da bunun için hazırlanıyor duruma gelmiş olmaktayız.

Hani Bush, 11 Eylül 2001’den sonra kalkıp, her Yanki’nin birinci vatandaşlık görevinin AVM’lerden alışveriş yapmak olduğunu önesürmüştü ya, onun gibi bir şey.

Çocuklara kredi kartı verdiler o bile yetmedi, şimdi bağımlılık yaratma aşamasına vardılar, çocuk oyunlarına kumarı soktular.

Tabii burada, avcı % 1’lik mutlu azınlık, avlanan % 99 mutsuz çoğunluk olmakta.

Para makinaları, nasıl arada bir birine kazandırırsa, bu oyunlarda da  biri arada bir kazanmakta ve asıl kazanan manocu olmakta.

Manocu dolar milyarderleri kümesi, 10 yılda bir üçte bir oranında yenilense de, birileri hep kazanmak ve birileri hep kaybetmek konumunda kalıyor sonuçta.

(20 Mart 2012)

Huizinga-Benjamin Dikmesi

Huizinga ‘Homo Ludens’ kitabı ile oyun oynayan insanı tanımlar.

Benjamin, gündelik yaşamın kültürolojisinin prototiplerini imler veya popüler kültürün banalitesini yüceltir. Demontaj ve remontajla, yalnızca alıntılardan oluşmuş bir metin yazmak / derlemek ister.

Onun bu yaklaşımı, ‘homo ludens’ vektörü veriyor: ‘Dene-yanıl’ ile, hem insanın aynı bilgileri 4 eğitim düzeyinde yeniden yeniden okumasının anlamını, hem de aynı tözleri yeniden yeniden kullanıp uygun kompozisyonu oyun ile bulmayı anlarız.

Biz, 22. Yüzyıl için ikisinin dikmesini aldık. Dikme, bizi oyun ile (aynı zamanda edebi) bilgi-öteye taşıyacak.

(5 Mart 2012)

Demontaj ve Remontaj

Walter Benjamin yalnızca alıntılardan oluşacak bir kitap yazmak ister. Bunun için bir koleksiyoncu olması gerekir ve öyledir de: Öl(dürül)düğünde 400.000 parçası vardır.

Bu düşünceyi ondan alıntılayıp, yalnızca sıradan insanların yazdığı mektuplardan bir kitap derledim: ‘İstanbul Mektupları’. (Binlerce mektup toplamıştım ama bir ‘yeniden arınma cinneti’ sırasında,  hepsini yok ettim.)

O da ‘Berlin İnsanları’ adında bir mektup kitabı derlemiş ama uzun yıllar onun sıradan insanlarınkini değil de, yazarların mektuplarını içerdiğini öğrenememiştim. Yani Benjamin bile, ondan esinlenerek yaptığımı, kendisi kendi düşüncelerini kullanarak yapabilecekken yapmamış, büyük olasılıkla bunu akıl da edememiş.

Kültür 2 düzeyden oluşur:

Elit kültür ve sıradan kültür.

Elit kültür; bilim, sanat ve düşün ürünlerini içerir.

Sıradan kültür, antropolog Murdoch’un 1.000’li sayısal kodla kodladığı biçimde sınıflandırılabilecek, yaygın / niteliksiz konularda ürünler içerir.

O nedenle kültüroloji, bu ürünleri derler, ayıklar ve yeniden ve yeniden sınıflandırır; artı yorumlar, hatta aşırı yorumlar: Hem  Murdoch anlamında, hem Huizinga anlamında, hem de Benjamin anlamında.

Demontaj ve remontaj budur:

Kültürel ürünlerin ve metinlerin parçalarını yerinden söküp, ‘dene-yanıl’ ile yeni-kompozisyon metinlerde biraraya getirmek.

Bu bizi epistemolojik olarak aynı zamanda, ‘hiper-tekst’e (üst-metin, sıkı-örüntülü-yeni metin) taşır.

Bu yaptığımız da, Benjamin’in ve Huizinga’nın düşüncelerini demontaj ve remontajdır. Onlar üst-metinden haberdar değildi, çünkü ikisi de 2. Dünya Savaşı’nda ölmemeyi beceremedi. Hiper-tekst, daha sonraki tarihli bir moment taşıyor.

Tarihten 1 örnek:

Dünya sisteminin birçok demontajları ve remontajları var. Biz de ona, Türkiye’nin tarihini 9 dönem (3 adam + 3 darbe + 3 liberalizm) olarak, demontaj-remontaj ile yerleştirip, bir de Türkler’in 15 devleti ve 1. Cumhuriyet’i yıkmışlığını ekleyerek, 2. Cumhuriyet’in ne menem bir şey olabileceğine ilişkin demontajlar ve remontajlar deniyoruz ve yanılıyoruz.

Şu sonuç ortaya çıkıyor kabaca:

1. Cumhuriyet’i katılmayıp onu inkar edenler, şeriat devletini de beceremedi ve biz (1838’den) Tanzimat’tan beridir durduğumuz, ‘2 arada 1 derede’ ve ‘2 cami arasında, 0 namaz’ durumunu koruyor olarak kaldık.

Bu gerçekten övülecek bir durum. İroni yapmıyoruz, gerçekten öyle: Çin, yalnızca 20 yılda, aradaki 2.000 yılı kapattı ama ‘batılılaşmanın en ağır bedelini ödeyen ülke’ olarak tarihe geçti (ikincisi Vietnam’dır). (Çin’in durumu, Amerikalar’ın zencileri ve kızılderililerinden daha acınacak bir örnek durumunda: Her 2 grup da hala doğal konumlarında.)

Demek ki batılılaşma örneğinde olduğu üzere, insanlar tarihte ve biyografilerinde, aynı şeyleri birden çok kez yaşayarak, sonul bilgiye erebiliyorlar. Sonra, kuşak farkı gelince, o bilgi de buharlaşıyor ve tarih kolayca tekerrür ediyor durumda kalıyor.

Bir gelecekbilimci olarak biz de, bir oyun ve sıradan kültürü, ‘demontaj + remontaj’ kullalarak, 1 model kurma ve uygulama yolunu deniyoruz: İlginç ama modelimiz 6 yıldır işliyor. Kullandığımız yol, Çin-Türkiye arasında bir yerlerde vektörlü ve bu konum bir raslantı değil: Matematikteki ara değerler artı büyük sayılar kuramını kullanıyoruz ve model şimdilik işliyor.

1960’ta doğduğumda, M.Ö. 1000 tarihli bir takvime doğup, 38 yılda 10.000 yıl filan geçmek zorunda kaldım. Yine de biyografim, tarihe bir türlü nakşolamadı; yani o türden bir şizofrenim ve o türden bir gelecekbilimciyim.

Dolayısıyla deneylerimi kendi üzerimde ölene dek sürdürebilirim. Huizinga-Benjamin kerterizini / dikmesini gözden kaybetmeyeceğim, çünkü hala işe yarıyor.

Dipnot: Bundan sonrası başka metinlerin konusu.

27 Mart 2012 Salı

Murdock etc.

Kültüroloji için elimizde 3 model var:

Gündelik yaşamın kültürolojisi, bilim-sanat-düşün tarihi ve Murdock’un 1.000’li şeması.

Marksist kökenli tarihçilerce geliştirilmiş dünya sistemi modellerinin tümünün eksiği bu 3’ünü de içermemesidir.

Örneğin, dünya sisteminin % 95’e gibi azaltılmış ekonomik determinizmine karşılık,  Murdock’ta ekonomi % 10 gibi bir yer tutar, yani o da aslında fazladır. Ekinin maddiyatı ile kastedilen yalnızca üretim biçimleri donanımı değildir. Alışkanlıklar gibi yazılımlar da önemlidir. Asıl önemlisi, kültürel donanım-yazılım praksisi eksikliğidir.

Dünya sistemi modelleri bilim, sanat ve düşünün genelde ve dallarının evrimiyle pek ilgilenmez. O nedenle, makro ve düzensiz değişimler gözden kaçırır.

Gündelik yaşamın kültürolojisi, yine kendini bir marksist sayan Benjamin tarafında başlatılmış ama geliştirilerek sürdürülmemiştir.

Sorun şurada.

Nasıl ki bütün bir organın anatomik tüm ayrıntılarını sergileyebilmek için onu değişik ve bazı düzensiz disseksiyonlara tabi tutarsak, bu kültür için de böyledir.

Düzensiz kültürel disseksiyonları en iyi gündelik yaşamın kültürolojisi yapar. Onun eksiği de şudur: Bunu en iyi sergileyen gazete haberleri bir sistematikten yoksundur ve eklenecek ve eksiltilecek öğeler içerir.

Geçmişbilimi, nasıl ki gelecekbilimle praksislemek zorunda kaldıysak, bu 3 sistematiği de praksisslemek zorundayız, artı onlara tüm istatistikleri uygulamalıyız ki modelimiz geçerli mi görebilelim.

Bunun yapılmasının 21. Yüzyıl’a kalması epistemolojik açıdan üzücü.

Kültür için böyleyken, zihin için daha da geri poziyonda olmamız ise daha da üzücü.

Çünkü biz aslında zihin-kültür praksisinin peşindeyiz.

Yine de, bu bilgi alanını inşayı başlatan Murdock’u şükranla anıyoruz.

(27 Mart 2012)

Marjinaller ve Normaller

Marjinallerin normallere veya toplam nüfusa oranı, geleneksel istatistik ve toplumbilim sınırları dışına çıktı.

Çünkü:

Bir: Marjinalliğin çeşidi arttı. Bunun nedeni ise, normal baskısının artması değil, azalması.

İki: Skolastik bilgi ve çerçeveleri çöküyor. Bu bir epistemolojik geçiş dönemi ve dene-yanıl daha geçerli bir yöntem.

Marjinaller ve normaller arasındaki aşk ve nefret filminin mutlu sonu:

Marjinal başarıya ulaşır. Başarı, albümleri çoksatan bir pop yıldızı olmak değildir, toplumu değiştirmektir. Toplumu değiştirmek bir amaç değildir, bir araçtır, düşünen insanlar yaratmanın bir aracı.

Mutsuz son:

Normaller kazanır, marjinal asimile olur veya ölür.

Tüm bunlar, 2000-2010 arası için bile demode bilgilerdi ama global konsensusta hala yer bulamadılar. Ancak bıçak gibi somutlar.

Yeni ve gerçek durum şu:

Normaller normallere zarar vermeye veya onları yok etmeye başladı. Buna, burjuvazinin yumurtlayan tavuk proleteryaya işkence etmesi veya onu öldürmesi, denebilir. % 99’un 39. Harami’den sonra, ‘tieyyt layn’ demesi, denebilir.

Ya da sürpriz bir durum geliyordur. Kimbilir?

Marjinaller marjinallere normallerin marjinallere zararı kadar, belki bazan daha çok zarar verirler ama bu marjinalleri azaltmaz, arttırmaz da.

Geçmişte, abdallar gibi marjinallerin normallerle savaş olmayan, hatta ticaret olabilen ilişkiler kurabildiğini, yani farklılıkların birarada makul biçimde yaşayabildiklerini biliyoruz ama o zaman kilometre kare başına nüfus çok azdı. Yani, gerektiğinde kızmayabilmek için, yalnızlık / boşluk yeri yeterince vardı.

Şimdi ise, aynı farklılıklar bile birarada yaşıyamıyor. Ya çıkarları çatışıyor, ya çıkar birliğine aymıyorlar, ya da panik durumundalar. Çünkü birbirimize gereğinden fazla yakınız ve toplumsallık bir zulüm.

Sorun, normallerin de birarada yaşayamamaya başlaması. Örneğin. İstanbul Kasımpaşa’da Anadolu azınlıklarından en az 10 farklılık var ve su yüzüne çıkmayan bir birbirinden hoşnutsuzluk var. Aile içi çaıtşmalar ise fecaat düzeyinde.

Bu neo-liberalizmin 3. onyılındaki son momentle ilgili. Pastanın en azından kreması bitti. Örneğin, İstanbul’da talan edilecek boş arsa bittiği için, eski talan edilenler de dahil olmak üzere, devlet talanı (pardon kentsel sit alanı oluşturma ve kentsel dönüştürme süreci) başladı. Dolayısıyla, insanlar birbirine düştü.

Çıkarlar / varlıklar çatışınca ne olur?:

Güçlüler güçsüzleri bir köşeye kadar sıkıştırır. Sonra ısınan gazlar  patlar.

Kasımpaşa’da Afrikalı-Kürt-Çingene iç / sivil savaşı başlayalı çok oldu. en az şiddet kullanlar Afrikalılar, en yabancı / diğer onlar, en yeni azınlık yine onlar. Bu ilginç bir durum.

Bu konu devam etmeli. Burada es.

(26 Mart 2012)

Niçin Benjaminoloji?

Çünkü Benjamin bugün unutulmuş bir dahi. Çünkü tarihin çöküş dönemlerinden birindeyiz ve o da bu tür dönemleri iyi çözümlerdi. Çünkü gündelik yaşamın kültürolojisi, onu da içerir.

(27 Mart 2012)